1 Ağustos 2014 Cuma

Öpeyim de Geçsin

 

 Hepimiz şahit olmuşuzdur. Bir bebek elini, ayağını bir yere vurup ağlamaya başlayınca başta anneler olmak üzere tüm ebeveynlerin yaptığı bir davranış şekli ve kullandığı bir cümle vardır. “Öpeyim de geçsin”. Bu davranış modelinde ebeveyn çocuğun ağrıyan yerini öpmektedir ve ilginç bir şekilde bu sihirli öpücük bebeğin sakinleşmesinde oldukça işe yaramaktadır. Peki hiç merak ettiniz mi neden böyle bir şey yaparız ve bu öpücük ağrıyı nasıl hafifletir. Bir şefkat veya sevgi paylaşımı mı ağrımızı hafifleten? Gerçekten de sevginin gücü ile ağrı duyusu yok edilebilir mi?

Sevginin gücü ve ağrı üzerine hafifletici etkileri eminiz ki çok ilginç bir yazı konusu olmakla beraber, okumakta olduğunuz bu yazının içeriğiyle bir ilgisi yoktur. Aslında yukarıdaki sorumuzun cevabı oldukça basit bir fizyolojik kanuna dayanır. Gelin bunu açıklamaya çalışalım. Aşağıdaki resimde gördüğünüz üzere derimizin üzerinde, duyu organlarımızda ve vücudumuzun diğer bir çok bölgesinde reseptör denilen yapılar bulunmaktadır. Her ne kadar ismi bir dinozor türüne aitmiş gibi gözükse de, reseptör aslında dış uyaranları (ısı, ışık, dokunma, ağrı vs) spesifik olarak algılamakta ve bunları beynimizin algılayabileceği bir şekilde elektriksel akıma dönüştürmektedir. Çünkü beynimiz diğer organ ve yapılarla olan iletişimini elektriksel akımlar ile sağlamaktadır. Reseptörlerde oluşturulan elektriksel akım kablolara benzeyen sinir lifleri aracılığıyla beyne iletilir. Resimde parmak ucunuzun oldukça küçük bir bölümünün kesitini görmektesiniz. A ve B reseptörleri dokunmaya, C reseptörleri ağrıya, D reseptörleri titreşime ve E reseptörleri de gerime duyarlıdır. Dikkat ederseniz bu reseptörlerden kablo benzeri yapılar çıkmaktadır. Sinir lifleri adını verdiğimiz bu yapılar aldıkları uyarıyı beyne taşımaktadırlar. Sonuç olarak, bu reseptörlerden hangisi uyarılırsa beyninizde bu duyuyu hissedersiniz.
Parmak ucundaki reseptör tipleri
 
Her ne kadar dışarıdan ilk bakıldığında fark edilemese de sinir sistemini muhteşem yapan özelliklerinden birisi de, algılanan her duyunun ayrı ayrı liflerle (kablo da diyebiliriz) beyine iletilmesidir. Yukarıdaki resimde de görmüş olduğunuz üzere, derinizde hissettiğiniz ağrı duyusu, titreşim duyusu ve dokunma duyusu farklı kablolarla beyne iletilmektedir. Peki bu kablolar arasında bir fark var mıdır? Aslında sinir lifleri arasındaki en temel fark kalınlıklarıdır. Kalın lifler elektriksel sinyali zayıf liflere göre daha hızlı iletme özelliğine sahiptirler. Burada temel kural şu; kablonuz (sinir lifi) ne kadar kalınsa ilettiğiniz sinyal merkeze (beyin) o kadar hızlı ulaşır.
Bu kısa temel kavramlardan sonra şunu söyleyelim. Ağrı duyusunu taşıyan sinir lifleri (kablolar) oldukça inceyken, dokunma duyusunu taşıyan sinir lifleri oldukça kalındır. Kalın sinir lifleri daha hızlı bir iletim sağladığından, benzer bir bölgede oluşan dokunma ve ağrı hisleri söz konusu olduğunda dokunma hissi beyinde daha önce algılanır. Şimdi gelin bu durumu bir örnekle canlandıralım. 
Mesela gecenin geç saatleri ve siz de sandalyenize gömülmüş yoğun bir şekilde bir şeyleri yetiştirmeye çalışıyorsunuz. Lakin uyku iyice bastırdığından kafanız yavaş yavaş düşmeye başlıyor. Uykunuzun kaçması için kalkıp yüzünüzü yıkamaya karar veriyorsunuz. Hızlı bir şekilde kalkarken dizinizi ya da ayak serçe parmağınızı masanın kenarına oldukça sert bir şekilde çarpıyorsunuz. Hepimizin başına gelmiş olan bu oldukça acı verici olay sonrası hemen refleksel bir şekilde vurduğumuz yeri ovarız. Bu sayede hissettiğimiz ağrıyı bir şekilde hafifletmiş oluruz. Çünkü dizinizi veya ayak parmağınızı vurduğunuzda oluşan ağrı duyusu beyne iletilirken biz aynı bölgeyi ovarak oradaki dokunma duyusunu da aktifleştiririz. Yukarıda açıkladığımız üzere dokunma duyusunu taşıyan kablolar daha kalın olduğundan ağrı duyusundan daha hızlı bir şekilde beyine iletilecektir.   Böylece ağrı duyusunun beyinde algılanması hafifletilmiş olur. Bu olay da hissettiğimiz ağrıyı oldukça azaltır. O nedenledir ki ne zaman bir yerimizde ağrı oluşsa (diş, baş ağrısı vs) biz o bölgeyi ovarız.
Bu temel fizyolojik açıklamadan sonra tekrar anne ve bebeğimize geri dönelim. Fiziksel bir temas sonucu bebeğin herhangi bir yerinde bir ağrı oluştuğunu varsayalım. Bu durumda anne ilgili bölgeyi öperken, annenin dudaklarının buraya değmesi, bebeğin ağrıyan bölgesindeki dokunma duyusunu aktifleştirdiğinden bebeğin hissettiği ağrı azalacaktır. Aslında siz ilgili bölgeyi öpmeyip ovalasanız da aynı sonuç oluşurdu. Bu noktada kafanızda şöyle bir soru oluşabilir. Tamam, bebeğin ağrısının hafiflemesini anladık da, anne niye bu bölgeye dudakları ile dokunuyor. Adam gibi parmakları ile ovsa olmaz mıydı? Bu sorunun cevabı için dudaklara daha yakından bakmak gerekir.
 

Bebekler salak mıdır? (Bir dudak hikayesi):
Söz konusu insan olduğunda, yavrular diğer memelilerden farklı olarak sinir sistemi tam olarak gelişmemiş doğar. Bunun nedeni annenin pelvis (bel kalça bölgesi) açıklığıyla ilgili bir meseledir. Zira eğer sinir sistemi tümüyle geliştikten sonra doğsaydı kafası büyük olacağından pelvis bölgesinden geçemezdi. O nedenle de sinir sistemi tam gelişmeden doğarlar ve ciddi bir bakıma muhtaçtırlar. Eğer herhangi bir bebekle bir süre vakit geçirdiyseniz bebeklerin sürünmeye başladıkları dönemde ne kadar tehlikeli hale geldiklerini bilirsiniz. Zira gördükleri her yere işaret parmağını sokarlar. Bu da yetmezmiş gibi buldukları tüm nesneleri ağızlarına götürürler. Peki hiç düşündünüz mü niye böyle bir şey yaparlar? Acaba konuya fransız olan bazı babaların dediği gibi diş etleri mi kaşınıyordur, yoksa bebeğimiz çok mu acıkmıştır?
 
Beynin ortalarında bir yerde birbirine komşu iki bölge bulunmaktadır. Bunlardan biri duysal korteks, diğeri ise motor kortekstir. Kelimeler kafanızı karıştırmasın. Duysal korteks dediğimiz bölge vücudumuzdan gelen duyuların (dokunma, basınç, titreşim, gerilme, ağrı vb) işlenip algılandığı bölgedir. Motor korteks ise beynimizin karar verdiği hareketleri yapmamızı başlatan merkezdir (mesela bir düğmeye basmak istediğinizde ilk emir motor korteksten çıkar). 
İnsan beyninin yandan görünüşü
 

Bu yazıda bizi ilgilendiren kısım duysal korteks. Vücudumuzdan gelen duyular beynimizin bu bölgesinde spesifik alanlara giderler. Yani elimizden gelen lifler başka bir bölgeye, dudağımızdan gelen lifler başka bir bölgeye gitmektedir. İlginç olan kısım ise beyine gelen bu duyuların kapladığı alan miktarları birbirinden farklıdır. Burada temel kural şudur. Hangi organ ne kadar hassas-ayrıntılı hissediyorsa beyinde ilgili bölgede kapladığı alan o kadar büyüktür. Örneğin vücudumuza dışarıdan baktığımızda sırtımızın kapladığı alan oldukça fazlayken parmaklarımızın kapladığı alan sırta göre nispeten daha küçüktür. Fakat sırt ve parmakların beyindeki temsil bölgesine bakarsak, parmaklar çok daha işlevsel olduklarından beyinde kapladıkları alan sırttan daha fazladır.
Homunkulus
Eğer vücudumuz beynimizdeki temsil alanları ile orantılı bir vücut yapısına sahip olsaydı yandaki şekilde gözükürdü. Oldukça ilginç bir görünümü olan bu temsili vücuda homunkulus  denir. Latinceden gelen bu kelime küçük adam anlamına gelir.

Beyinde duysal korteksteki temsili alanda en çok alanı kaplayan bölgeler dudaklar ve işaret parmaklarıdır. Yani dış dünyayı algılamak istediğinizde vücudunuzda kullanabileceğiniz en hassas iki yapı bunlardır. Bu nedenle bebek bulduğu her şeyi ağzına götürür ve her şeye parmağını sokar. Zira tek yaptığı dış dünyayı tanımaya çabalamaktır. Muhtemelen bir annenin, bebeğin ağrıyan yerini öpmesinde dudağın rolü de burada ortaya çıkıyor. Aslında bu fizyolojik bulgu, iki aşık insanın öpüşmesinin altındaki etkeni de oldukça güzel açıklıyor. Zira bu davranış modeli ile aslında her iki tarafın da dış dünyayı ve insanları tanımlayabilecek en hassas yapılarını birbirlerini tanımak için kullandığını görüyoruz. 
Serkan Karaismailoğlu
http://www.nbeyin.com/content_detail-275-549-opeyim-de-gecsin.html#.U9u88aNafdB

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...