Hepimiz şahit olmuşuzdur. Bir bebek elini, ayağını bir yere vurup
ağlamaya başlayınca başta anneler olmak üzere tüm ebeveynlerin yaptığı
bir davranış şekli ve kullandığı bir cümle vardır. “Öpeyim de geçsin”.
Bu davranış modelinde ebeveyn çocuğun ağrıyan yerini öpmektedir ve
ilginç bir şekilde bu sihirli öpücük bebeğin sakinleşmesinde oldukça işe
yaramaktadır. Peki hiç merak ettiniz mi neden böyle bir şey yaparız ve
bu öpücük ağrıyı nasıl hafifletir. Bir şefkat veya sevgi paylaşımı mı
ağrımızı hafifleten? Gerçekten de sevginin gücü ile ağrı duyusu yok
edilebilir mi?
Sevginin gücü ve ağrı üzerine hafifletici etkileri eminiz ki çok ilginç bir yazı konusu olmakla beraber, okumakta olduğunuz bu yazının içeriğiyle bir ilgisi yoktur. Aslında yukarıdaki sorumuzun cevabı oldukça basit bir fizyolojik kanuna dayanır. Gelin bunu açıklamaya çalışalım. Aşağıdaki resimde gördüğünüz üzere derimizin üzerinde, duyu organlarımızda ve vücudumuzun diğer bir çok bölgesinde reseptör denilen yapılar bulunmaktadır. Her ne kadar ismi bir dinozor türüne aitmiş gibi gözükse de, reseptör aslında dış uyaranları (ısı, ışık, dokunma, ağrı vs) spesifik olarak algılamakta ve bunları beynimizin algılayabileceği bir şekilde elektriksel akıma dönüştürmektedir. Çünkü beynimiz diğer organ ve yapılarla olan iletişimini elektriksel akımlar ile sağlamaktadır. Reseptörlerde oluşturulan elektriksel akım kablolara benzeyen sinir lifleri aracılığıyla beyne iletilir. Resimde parmak ucunuzun oldukça küçük bir bölümünün kesitini görmektesiniz. A ve B reseptörleri dokunmaya, C reseptörleri ağrıya, D reseptörleri titreşime ve E reseptörleri de gerime duyarlıdır. Dikkat ederseniz bu reseptörlerden kablo benzeri yapılar çıkmaktadır. Sinir lifleri adını verdiğimiz bu yapılar aldıkları uyarıyı beyne taşımaktadırlar. Sonuç olarak, bu reseptörlerden hangisi uyarılırsa beyninizde bu duyuyu hissedersiniz.
Parmak ucundaki reseptör tipleri |
Her ne kadar dışarıdan ilk bakıldığında fark edilemese de sinir
sistemini muhteşem yapan özelliklerinden birisi de, algılanan her
duyunun ayrı ayrı liflerle (kablo da diyebiliriz) beyine iletilmesidir.
Yukarıdaki resimde de görmüş olduğunuz üzere, derinizde hissettiğiniz
ağrı duyusu, titreşim duyusu ve dokunma duyusu farklı kablolarla beyne
iletilmektedir. Peki bu kablolar arasında bir fark var mıdır? Aslında
sinir lifleri arasındaki en temel fark kalınlıklarıdır. Kalın lifler
elektriksel sinyali zayıf liflere göre daha hızlı iletme özelliğine
sahiptirler. Burada temel kural şu; kablonuz (sinir lifi) ne kadar
kalınsa ilettiğiniz sinyal merkeze (beyin) o kadar hızlı ulaşır.
Bu kısa temel kavramlardan sonra şunu söyleyelim. Ağrı duyusunu taşıyan
sinir lifleri (kablolar) oldukça inceyken, dokunma duyusunu taşıyan
sinir lifleri oldukça kalındır. Kalın sinir lifleri daha hızlı bir
iletim sağladığından, benzer bir bölgede oluşan dokunma ve ağrı hisleri
söz konusu olduğunda dokunma hissi beyinde daha önce algılanır. Şimdi
gelin bu durumu bir örnekle canlandıralım.
Mesela gecenin geç saatleri ve siz de sandalyenize gömülmüş yoğun bir
şekilde bir şeyleri yetiştirmeye çalışıyorsunuz. Lakin uyku iyice
bastırdığından kafanız yavaş yavaş düşmeye başlıyor. Uykunuzun kaçması
için kalkıp yüzünüzü yıkamaya karar veriyorsunuz. Hızlı bir şekilde
kalkarken dizinizi ya da ayak serçe parmağınızı masanın kenarına oldukça
sert bir şekilde çarpıyorsunuz. Hepimizin başına gelmiş olan bu oldukça
acı verici olay sonrası hemen refleksel bir şekilde vurduğumuz yeri
ovarız. Bu sayede hissettiğimiz ağrıyı bir şekilde hafifletmiş oluruz.
Çünkü dizinizi veya ayak parmağınızı vurduğunuzda oluşan ağrı duyusu
beyne iletilirken biz aynı bölgeyi ovarak oradaki dokunma duyusunu da
aktifleştiririz. Yukarıda açıkladığımız üzere dokunma duyusunu taşıyan
kablolar daha kalın olduğundan ağrı duyusundan daha hızlı bir şekilde
beyine iletilecektir. Böylece ağrı duyusunun beyinde algılanması
hafifletilmiş olur. Bu olay da hissettiğimiz ağrıyı oldukça azaltır. O
nedenledir ki ne zaman bir yerimizde ağrı oluşsa (diş, baş ağrısı vs)
biz o bölgeyi ovarız.
Bu temel fizyolojik açıklamadan sonra tekrar anne ve bebeğimize geri
dönelim. Fiziksel bir temas sonucu bebeğin herhangi bir yerinde bir ağrı
oluştuğunu varsayalım. Bu durumda anne ilgili bölgeyi öperken, annenin
dudaklarının buraya değmesi, bebeğin ağrıyan bölgesindeki dokunma
duyusunu aktifleştirdiğinden bebeğin hissettiği ağrı azalacaktır.
Aslında siz ilgili bölgeyi öpmeyip ovalasanız da aynı sonuç oluşurdu. Bu
noktada kafanızda şöyle bir soru oluşabilir. Tamam, bebeğin ağrısının
hafiflemesini anladık da, anne niye bu bölgeye dudakları ile dokunuyor.
Adam gibi parmakları ile ovsa olmaz mıydı? Bu sorunun cevabı için
dudaklara daha yakından bakmak gerekir.
Bebekler salak mıdır? (Bir dudak hikayesi):
Söz konusu insan olduğunda, yavrular diğer memelilerden farklı olarak
sinir sistemi tam olarak gelişmemiş doğar. Bunun nedeni annenin pelvis
(bel kalça bölgesi) açıklığıyla ilgili bir meseledir. Zira eğer sinir
sistemi tümüyle geliştikten sonra doğsaydı kafası büyük olacağından
pelvis bölgesinden geçemezdi. O nedenle de sinir sistemi tam gelişmeden
doğarlar ve ciddi bir bakıma muhtaçtırlar. Eğer herhangi bir bebekle bir
süre vakit geçirdiyseniz bebeklerin sürünmeye başladıkları dönemde ne
kadar tehlikeli hale geldiklerini bilirsiniz. Zira gördükleri her yere
işaret parmağını sokarlar. Bu da yetmezmiş gibi buldukları tüm nesneleri
ağızlarına götürürler. Peki hiç düşündünüz mü niye böyle bir şey
yaparlar? Acaba konuya fransız olan bazı babaların dediği gibi diş
etleri mi kaşınıyordur, yoksa bebeğimiz çok mu acıkmıştır?
Beynin ortalarında bir yerde birbirine komşu iki bölge bulunmaktadır.
Bunlardan biri duysal korteks, diğeri ise motor kortekstir. Kelimeler
kafanızı karıştırmasın. Duysal korteks dediğimiz bölge vücudumuzdan
gelen duyuların (dokunma, basınç, titreşim, gerilme, ağrı vb) işlenip
algılandığı bölgedir. Motor korteks ise beynimizin karar verdiği
hareketleri yapmamızı başlatan merkezdir (mesela bir düğmeye basmak
istediğinizde ilk emir motor korteksten çıkar).
İnsan beyninin yandan görünüşü |
Bu yazıda bizi ilgilendiren kısım duysal korteks. Vücudumuzdan gelen
duyular beynimizin bu bölgesinde spesifik alanlara giderler. Yani
elimizden gelen lifler başka bir bölgeye, dudağımızdan gelen lifler
başka bir bölgeye gitmektedir. İlginç olan kısım ise beyine gelen bu
duyuların kapladığı alan miktarları birbirinden farklıdır. Burada temel
kural şudur. Hangi organ ne kadar hassas-ayrıntılı hissediyorsa beyinde
ilgili bölgede kapladığı alan o kadar büyüktür. Örneğin vücudumuza
dışarıdan baktığımızda sırtımızın kapladığı alan oldukça fazlayken
parmaklarımızın kapladığı alan sırta göre nispeten daha küçüktür. Fakat
sırt ve parmakların beyindeki temsil bölgesine bakarsak, parmaklar çok
daha işlevsel olduklarından beyinde kapladıkları alan sırttan daha
fazladır.
Eğer vücudumuz beynimizdeki temsil alanları ile orantılı bir vücut
yapısına sahip olsaydı yandaki şekilde gözükürdü. Oldukça ilginç bir
görünümü olan bu temsili vücuda homunkulus denir. Latinceden gelen bu
kelime küçük adam anlamına gelir.
Beyinde duysal korteksteki temsili alanda en çok alanı kaplayan bölgeler dudaklar ve işaret parmaklarıdır. Yani dış dünyayı algılamak istediğinizde vücudunuzda kullanabileceğiniz en hassas iki yapı bunlardır. Bu nedenle bebek bulduğu her şeyi ağzına götürür ve her şeye parmağını sokar. Zira tek yaptığı dış dünyayı tanımaya çabalamaktır. Muhtemelen bir annenin, bebeğin ağrıyan yerini öpmesinde dudağın rolü de burada ortaya çıkıyor. Aslında bu fizyolojik bulgu, iki aşık insanın öpüşmesinin altındaki etkeni de oldukça güzel açıklıyor. Zira bu davranış modeli ile aslında her iki tarafın da dış dünyayı ve insanları tanımlayabilecek en hassas yapılarını birbirlerini tanımak için kullandığını görüyoruz.
Homunkulus |
Beyinde duysal korteksteki temsili alanda en çok alanı kaplayan bölgeler dudaklar ve işaret parmaklarıdır. Yani dış dünyayı algılamak istediğinizde vücudunuzda kullanabileceğiniz en hassas iki yapı bunlardır. Bu nedenle bebek bulduğu her şeyi ağzına götürür ve her şeye parmağını sokar. Zira tek yaptığı dış dünyayı tanımaya çabalamaktır. Muhtemelen bir annenin, bebeğin ağrıyan yerini öpmesinde dudağın rolü de burada ortaya çıkıyor. Aslında bu fizyolojik bulgu, iki aşık insanın öpüşmesinin altındaki etkeni de oldukça güzel açıklıyor. Zira bu davranış modeli ile aslında her iki tarafın da dış dünyayı ve insanları tanımlayabilecek en hassas yapılarını birbirlerini tanımak için kullandığını görüyoruz.
Serkan Karaismailoğlu
http://www.nbeyin.com/content_detail-275-549-opeyim-de-gecsin.html#.U9u88aNafdB
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder