23 Haziran 2014 Pazartesi

Çocuk İnsanı iyi eder



Orta yaşlarda bir çift boşanmak üzereyken yanıma geldi. Uzun uzun konuştuk. Evliliği neden beceremediklerini sordum.
Kadın, eşinin kendisini ihmal ettiğini düşünüyordu… Eve geç geldiğinden, geldikten sonra da ya televizyon ya da telefonla vakit geçirdiğinden yakınıyordu…
İçini döktü. Eşi, on yıllık evliliklerinde bir gün bile çiçek hediye etmemişti mesela kendisine… Kötü bir koca değildi belki, ama “İlgisizliği tüketti beni” dedi… Ağlarken “Kendimi eşimin yanında değerli hissetmiyorum.” dedi…
Trajikti aslında, zira kişinin değeri, bir başkasının ona sunduğu kadar değil, kendinde hissettiği kadardı… Bunu bilmezlik, dinmek bilmez bir ihtiyacı oluştururdu insanda… Farkında değildi hanımefendi, bundandır ki eşine kızgındı…
Beyefendi ile konuştum. O tükenmişti. “Daha ne yapayım bilemiyorum.” dedi, sustu…
“Eşimin isteklerine karşılık veremiyorum, bıktırdı sonunda, ben de kapattım kendimi galiba.” dedi…
Sordum: “Ne istiyor ki eşiniz?”
“Sabah-akşam onu sevdiğimi söyleyeyim, çiçekler alıp sürprizler yapayım, akşam yemeğini loş ışıkta romantik ortamda yiyelim… Ne bileyim işte… Bunaldım hocam.”
Devam etti: “Telefon ettiğinde cevap veremezsem akşama yüzünün asılıp düşeceğini çok iyi biliyorum… Bunlar geriyor beni… Ya da eve geldiğimde, yorgun argın bile olsam, onunla sohbet etmezsem birden sinirlice kalkıp yanımdan gidiyor… Daraldım artık…”
Biraz durdu, sonra devam etti: “Ev işlerinde ondan bir beklentim de yok, ister ev dağınık olsun ister yer yerinden oynasın, yeter ki eşimin suratı asık olmasın, gülsün cıvıldasın… Çocuklarla da arası iyi değil, hep bir bağırtı çağırtı… Çocuklar incinmesin diye araya ben giriyorum hep… Bıktım artık…”
Aslında karşımda birbirini seven, fakat çocukluk döneminde giderilmemiş ihtiyaçlarının peşine şimdilerde düşmüş, duygusal yoksunluklar içinde çırpınan iki yetişkin vardı… Giderildiği halde dindiremedikleri ihtiyaçlarının karmaşasını yaşıyorlardı…
Bazı ihtiyaçlar vardır ki çocukluk döneminde giderildiyse yetişkinlik dönemi “dingin” geçer…
Çocukluk döneminde giderilmemiş ihtiyaçlar, yetişkinlikte giderilse de dindirilemez…
Örneğin, baba yoksunluğu ile çocukluğunu geçirmiş bir kız çocuğu, yetişkin olduğunda eşi ile doyumsamakta zorluk çeker… İçinde inceden inceye bir derin ihtiyaç kendini hissettirir de hissettirir… Bu sızı, kimi zaman aslında eşinin ona bir çiçek aldığında dinecekmiş gibi yanılgıya düşürür, onun için kızar eşine, kimi zaman romantik bir ortamda mum ışığında yemek yemekle dinecek gibi gelir…
Hâlbuki çocukluk döneminde “baba ihmali sızısı” kolay dinmez…
Ya da anne yoksunluğunu yaşamış bir erkek çocuk da eşi ile doyumsamakta zorluk çeker… Böylesi erkekler eşinden gelecek sevgi gösterilerine kapalıdır, romantik teklifleri, cilveleşmeleri “gereksizlik, yılışıklık” gibi algılarlar… Eşi, kendisine erişmeye çalıştıkça, o, daha da kapanır, duygularını gizler, duyarsızlaştırır kendisini… Aslında bu tepki, eşine karşı değil, “çok çabaladığı ve fakat bir türlü bağlanamadığı annesini, içinde yeniden duymamak için bir korunma çabasıdır…”
Anlattım bunları bu aileye… Sordular: “Peki ne yapacağız, var mı bunun psikolojik bir çaresi?”
“Çocuk insanı iyi eder.” dedim… “Nasıl?” dediler, anlattım…
“Bırakın âlemi, dünyayı, her şeyi… Bir kuluçkaya yatar gibi çocuğunuzu bir iyi edici olarak alın koynunuza… Bırakın kendinizi onun iyi edici ruhuna, bağlanın… Çıkartın kendi gözlerinizi, onun çocuksu gözleri ile yaşama bakın… Çocuk olun yani… Zıp zıp zıplayabilecek kadar çocuk… Yaşamla ve kendinizle dalga geçecek kadar çocuk… Çok değil, 40 gün, çocuğunuzla aynı ruhu yaşarsanız, göreceksiniz, çocuk sizi iyi edecek.” dedim…
Ben hep gördüm ki çocuk, yetişkinin iyi edicisidir…

ADEM GÜNEŞ


Kaynak:Aksiyon Dergisi
aksiyon.com.tr

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...