16 Ekim 2013 Çarşamba

Alıç Ağacıyla Sohbet



Bilmeden, görmeden, tam manasıyla yaşamadan, bu toprakların kıymetini nasıl bilebiliriz? Ruhunu ne kadar kavrayabiliriz?
Başo, öğrencilerine şöyle dermiş: 'Çamı öğrenmek istiyorsan, çama git.' Öte yandan, şunu da unutmayalım: 'Nereye gittiğini biliyorsan, sadece bildiğin yerleri görürsün.' Bazen, hiç bilmediğin yollara da girmen gerekiyor. İlk kez geçmek, daha güzeldir.
Eski insanlar, birçok şeyi, ağaçlar üzerinden anlatmıştır. Dadaloğlu, baharın gelişini, bakın nasıl karşılıyor: 'Ağaçlar giydi donunu.'
Ağaçlar, çiçekler, kuşlar, sular… Bütün bunlar, büyük bir iyiliğin parçaları olarak karşımıza çıkıyorlar.
Mecbur kalmadıkça, bir bitkiye zarar vermemek, bir ağacı kesmemek gerekiyor. Rahman sûresinin altıncı ayetini hatırlayalım: 'Bitkiler ve ağaçlar Allah'a secde ederler.'
Rabbimiz, dünyanın tatlarını, mevsimlere, iklimlere yaymıştır. Manav reyonları, bunu anlamamız için yeterli değildir.
Alıç ve ahlatın sırası, eylüldür, ekimdir.
Bu ağaçlar, benim için, toprağa ve değerlere bağlılığı ifade ediyor. Her ikisi de gülgiller familyasından.
Yayınlanmamış bir şiirimden, konuyla ilgili iki dize: 'Alıçlar, ahlatlar, daha birkaçı / Diyorum onlara kır serdarları.'
Evet, bu ağaçların gönlümüzdeki yeri ayrıdır. Köyden kente göç edenler, keçilerine varana kadar, neredeyse her şeylerini yanlarında getirmişlerdir. Alıç ve ahlat ise şehirli olmamış; bozkırları, yaylaları, tarlaları, yani baba ocağımızı beklemeyi sürdürmüşlerdir.
Onlar, hudayinabittir, kendi gelendir. Ne mutlu ki, ticari değere sahip değildirler. Bundan dolayı, modern tekniklerden ve tarım ilaçlarından uzaktırlar. Dış müdahaleye maruz kalmazlar.
Ahlat, dertli bir ağaçtır, yalnızlığı sever. Topluluk oluşturmaz. Alıç da öyledir. Mesafeyi korur. Kararlı, azimlidir. Kitap, onun için, 'iki bin metreye kadar çıkabilir' diyor. (Türkiye'nin Ağaçları ve Çalıları, Necati Güvenç Namıkoğlu, sayfa 332)
Büyük Türkçe Sözlüğe göre, alıç, 'bir cins yabani erik'tir. Bunun doğru olmadığını biliyoruz.
Kuraklık, aşırı soğuk gibi zorluklar, bu ağaçları yıldıramaz. Yalnız, ciddi bir sorunumuz var: Özellikle son yıllarda, kesiliyor ve yakacak odun olarak kullanılıyorlar.
Alıç ağacının meyvesini nereden tanırsınız? Sonbahar gelince, o sarı taneleri, tespih gibi ipe dizer ve sokak başlarında, otogarlarda satarlar. Görüntüsü, kehribar tespihlere benzer. Alıp almamak konusunda daima kararsız kalırsınız. Çünkü çocuklar bu meyvenin tadını pek bilmezler. Genellikle yenmez, ziyan olup gider.
Hemen ekibi kuruyoruz: İbrahim Paşalı, Ali Görkem Userin ve Selçuk Sümer Özel. Bu meyvenin kaynağına gidecek, dalından yiyecek, biraz da toplayacağız. İstikamet, Dokurcun beldesine bağlı Davlumbaz Yaylası. Rakım bin beş yüz. Selçuk'ta rakım ölçen bir saat var. Kendisine 'Rakım Efendi' dememiz bu yüzden.
Üç yüz yirmi kilometrelik yolculuktan sonra, işte, alıç ağaçlarının huzurundayız. Sanki dünyanın bütün kehribar taneleri buraya toplanmış. Denilir ki, hakiki marifet, hayretten ibarettir. Öyle.
Alıcın tadını özlemişim. Dalından kopardığım ilk meyveyi, yemeden önce kokluyorum. Dağ çileği, ceviz yaprağı ve yabani naneden bile güzel kokuyor.
Henüz yemedim. Kavuşmak bu kadar kolay olmamalı. O ilk taneyi parmaklarımın arasında gezdirip iyice parlatıyorum. Tamam.
Sevgide aşırıya kaçmayın nasihati gereği, bir avuç kadar alıç yedikten sonra, ağaçlardan birinin altına oturuyor ve Alıç Ağacıyla Sohbet'e başlıyorum. Nasılsın, iyi misin? (Prof. Dr. Hikmet Birand'ın Alıç Ağacı ile Sohbetler isimli kitabını bulup okumanızı tavsiye ederim.)
Şu söz, yanılmıyorsam, Oğuz Atay'a ait: 'Tabiat, sırlarını, bakmasını bilene açıklarmış.' Bir kelime daha ekleyelim: Ve duymasını.
Bizim için mutluluk, deniz, güneş ve kum değil; Allah, insan ve tabiat üçgenindedir. Bunu, burada, bir kez daha anlıyoruz.


İBRAHİM TENEKECİ
İbrahim Tenekeci - Alıç Ağacıyla Sohbet - İbrahim Tenekeci - 16.10.2013

1 yorum:

  1. güzel bir paylaşım olmuş çok anlamlı..banada bekliyorum :)

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...