Ağaçlar gittikçe grileşen dünyamızın en rahatlatıcı canlıları. Her
biri farklı yaprak ve kokusu ile çiçekleriyle meyvesiyle inanılmaz
güzellikler sunuyorlar hayatımıza. Her mevsim ayrı renk ve görünüm…
Tıpkı çocuklar gibi, her biri ayrı güzel, her yaşları birbirinden renkli
ve keyifli.
Kızımın doğum günlerinde ağaç dikiyoruz, ilk yaşından beri. İlk yaş
ağacı çamdı, sanırım mavi ladin cinsinden. Hâlâ toprağa kök salıyor
olmalı ki henüz çok fazla uzamadı. İkincisi ıhlamurdu, yaprakları bir
hayli şenlendi, yakında çayını bile içebiliriz. Üçüncüsü için bu sene
site görevlilerinden yine yer istedik ve güzel bir yere iğde fidanı
diktik. Zaman zaman ağaçlarını ziyaret ediyor kızım, eşe dosta
tanıştırıyor. Diliyorum ki kızımız büyüdükçe, ağaçları da büyüsün ve
kocaman bir ormanı olsun yeryüzünde. Kuşların, böceklerin barındığı;
insanların gölgesinden, meyvesinden, yeşilinden faydalandığı büyük bir
orman… Bu hayallere dalmışken, pamuk elleriyle minik fidanı tutan
kızımın fidanla hemen hemen aynı boyda olduğunu fark ediyorum, sonra da
pek çok yönden benzediklerini.
Ağaçlar toprağa, çocuklar hayata tutunuyorlar sıkı sıkıya. Hızla ence
ve boyca genişliyorlar. Yeryüzünde kapladıkları alan hızlıca büyüyor.
Bizler anne babalar olarak, fidanların hemen yanı başındaki uzun boylu
ağaçlarız. Çocukların her tarafını kuşatmış olarak, büyümesini
bekliyoruz dört gözle. Köklerimiz köklerine dolanıyor, dallarımız
dallarına. Tam dalına kuş konacak, bir hışımla kovalıyoruz, dalını
yukarıya doğru uzatacak, yer açmıyoruz. Yağmurun yapraklarına değmesine
izin vermiyoruz, oysa yağmur ne de güzel temizler yeşili. Bizler güneşe
en yakın halde iken, onların yapraklarımız arasından sızan ışıkla
yetinmesini bekliyoruz. Rüzgâr bile uğrayamıyor yanlarına, biz
engelliyoruz çünkü.
Bizler çocuklarımızın en yakınındakiler olarak biraz fazla gölge
etmiyor muyuz? Çocuğumuzun her bir santim boy atışında, bir başka
dalımızı budamalı değil miyiz? Biraz geri çekilip, onların serpilmesine
ve kendileri olmasına izin vermeliyiz. Yoksa yeraltındaki kökleriyle
yaşıyor görünen, ama boyu bir türlü artmayan, yaprakları donuk, güneşten
nasibini alamamış ağaçlardan ne farkı kalıyor çocuklarımızın?
Daha ilk yıllarında, çocuk merak ediyor: kumanda, anahtar, kalem,
çanta… Etrafında gördüğü ne varsa keşfetmeye hazır, doğal bir merakla
öğrenme telaşında her şeye dokunmak istiyor. Anne baba tepesinde, “Bunda
merak edecek bir şey yok, sana göre değil! “
Çocuk sıkılmış, yorulmuş, canı acımış ya da huzur dolu bir kucak
istiyor ve ağlıyor. Bir sebepten inciler dökülüyor gözlerinden. En
insani durumda bile tepeden uyarı: “Bunda ağlayacak ne var ki, sus
ağlama!“
Çocuk arkadaşlarıyla oynuyor, anne sesleniyor: “Çisin gelmiştir senin
hemen tuvalete.” İhtiyaç çocuğun ama karar annenin… Çocuk dışarıda,
“Sen üşümüşsündür.” diye çekiştirile çekiştirile bir kat daha
giydiriliyor, üşümüş ama haberi yok. Yıllar sonranın, annesinden uzakta
bir türlü hastalıktan kurtulamayan, kendi doğal ihtiyaçlarında bile bin
türlü sıkıntı yaşayan yetişkini…
Çocuk ziyadesiyle doyuyor, artık ağzına tıkılanlar geri çıkacak
durumda, “Bu kadarla doyulur mu, biraz daha ye!” Mide çocuğun ama karar
yine anne babanın… İlerinin yemek dengesini bir türlü bulamayan,
doyduğunu bilemeden sürekli ağzına bir şeyler tıkan hastası…
Çocuklarımız bir gün yanlarımızdan uzaklaşıp gidecekler, kaçınılmaz,
hayat herkesi farklı yerlere savuruyor. Düşünün ki rüzgâra alışık
olmayan bir ağaç ilk fırtınada devrilmez mi? Güneşe alışık olmayan bir
ağaç, çok güneş aldığında yaprakları sararıp solmaz mı? Yağmurun
sağanağını, karın ağırlığını büyürken taşımamış bir ağaç ilk tipide
yıkılmaz mı?
Ayaklarımıza dolanıp, sürekli düşen çocuklarımızın yaşam alanlarından
biraz kenara çekilmeli; doğal ihtiyaçları konusunda onları rahat
bırakmalı ve iradelerini kullanmalarına izin vermeli değil miyiz?
Gerekiyorsa biraz aç kalmalı, bazen altlarına kaçırmalı, kimi zaman da
soğuğu tatmalılar ki kendi kararlarını hissederek verebilsinler. Bir
durumda ağlıyorlarsa gerçekten önemli bir sebebi olduğuna inanmaya, kimi
zaman anlamasak bile merak ettiklerine saygı duymaya mecburuz.
Kendi bedenlerinin ihtiyaçlarına bile kendileri karar veremeyen
çocukların, büyüdüklerinde maddi manevi mutluluğa ulaşmalarını nasıl
bekleriz? Sürekli müdahalelerimizle onları yönlendirmeye çalışmak
yerine, önce kendi dallarımızı budamalıyız, çocuklarımızın gölgemizde
kaybolmasını istemiyorsak eğer.
GONCA ANIL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder